10 Ağustos 2009 Pazartesi

Haluk Bilginer ile Röportaj


Meşhur olmak oyuncu olmak değildir Haluk Bilginer Haluk Bilginer genç oyuncuların her şeyden önce bir televizyon dizisine kapağı atarak ünlü olmanın peşinde koştuklarını söylüyor. Sanat bunun neresinde diye soruyor.




# Birçok Türk sanatçısı yurtdışına açılıyor ama birçoğunun da çabalarının hüsranla sonuçlandığını gördüm. Nedir bu işin sırrı?

# Tek amacınız yurtdışına açılmaksa sonu hüsranla bitecektir zaten. Ama sizin amacınız oyuncu olmaksa, oyunculuğunuzu yapabileceğiniz her ortamda yapabilmekse ve yabancı diliniz varsa, bunu yapmamanız için bir sebep yok. Türkiye’de niye yapamıyorsunuz? Düşleriniz var da burada mı gerçekleştiremiyorsunuz diye insanın kendisine sorması lazım. Ben İngiltere’ye 1977’de gittim ve 1980’li yılların başında tiyatro, sinema ve televizyonda oynadım. Zaman zaman da gidip oynuyorum. Enternasyonal platformda olmak güzel bir şey. Menajerim hala duruyor. Kariyerime orada başladım. Ama ben Türkiye’yi bırakayım gidip Hollywood’da altı ay yaşayayım, bakayım ne olacak derseniz, en iyi ihtimalle garson olursunuz. Yani oradaki pizzacılarda çalışanların tamamı aktör.

# Yurtdışında Müslüman bir sanatçı olmanın dezavantajını hissettiniz mi?

# Ben hissetmedim. Diğer İngiliz oyuncular gibi seçmelere gidiyordum. Roller veriliyordu, oynuyordum. Benim sadece adım biraz tuhaftı. John değildi de Haluk’tu. Tek fark buydu.

# Türk ve yabancı sinema arasındaki asıl fark nedir?

# Asıl mesele Türk Sineması’nın henüz endüstrileşmemiş olması. Endüstrileşmeye çabalıyor şu anda.

# Oyuncu kalitesi dersek?

# Oyuncu genellikle televizyonda meşhur olayım diye yetiştiği için artık bir erozyon var. Mesela gereğinden çok oyuncu okulu var Türkiye’de. Öğrencilerin adına konuşayım. Onlardan aldığım bilgilerle konuşuyorum. Çoğunluğu hemen bir televizyon dizisine kapak atıp meşhur olmak istiyor. Halbuki meşhur olmak bir meslek değildir. Oyunculuk meslektir. Meşhur zaten olursunuz ama oyuncu olamazsınız. Mesleğiniz ne diye sorduklarında meşhurum diyemezsiniz.

# Projeleri nasıl kabul ediyorsunuz?

# Kriterim sinemaysa eğer, öncelikle yönetmen. Sinema yönetmenin sanatıdır. Yönetmen olmadan iyi sinema olmuyor. Kötü bir yönetmenden çıkmış iyi bir sinema filmi yok. Bir de tabii ki senaryo. Senaryo nedir? Bu senaryo neyi anlatmak istiyor? İyi yazılmış mıdır ve bana önerilen rol nedir? Bu rol benim ağzımı sulandırıyor mu? Oynamak istiyor muyum? Çünkü isteksiz bir aktörden daha kötü bir şey yoktur sette. Aktör istekli olacak o rolü oynamaya. Kriterlerim bunlar.

# İyi yönetmen oyuncuyu doğru yönlendirir derler. Bu anlamda sizin şu ana kadar çalışmadığınız ama çalışmak istediğiniz Türk yönetmen var mı?

# Keşke fırsat olsa da hepsiyle çalışsam. Ama olmuyor. Ben zaten yılda bir tane film yapabiliyorum o da gelen teklifler arasında değerlendirdiğim ve söz verdiğim. Yani 2007’ye kadar doluyum. Çatlasam da film çekemem. Onun için daha önceden konuşmuş oluyorum yönetmenlerle, senaryolarını bana yolluyorlar eğer bu prensiplerde anlaşmışsak oynuyorum.

# Diğer oyuncunun etkisi var mı?

# Olmaz olur mu? Karşınızda iyi bir oyuncu olduğu zaman sizin de performansınız yükselir. Zaten iyi oyuncu her zaman iyi oynayan değil, iyi oynatandır aynı zamanda. Yani ben doğru bir şey yaptığım zaman siz de bana doğru bir tepki verirseniz, o zaman güzel oyunculuklar çıkar ortaya. Bu karşılıklı tenis oynamak gibidir. Ben size güzel top atacağım ki siz de güzel cevap vereceksiniz. Onun için çok önemlidir karşınızda iyi oyuncu olması.

# Oynadığınız filmler içinde hem yönetmen sinemasından hem de yapımcı sinemasından örnekler var. Bu ikisi arasında da bir çekişme var.

# Türk Sineması’nda bu anlamda bir çekişme olduğunu söylemek zor. Mesela Ezel hem yapımcıdır, hem yönetmen. Stüdyo üretimine geçmek isteyen şirketler var. Med-Yapım bunlardan biri. Vaktiyle 1960’larda Hollywood’da olduğu gibi. Oyuncuyla 20 filmlik sözleşme imzalarlardı. Ama Türkiye’de sektör olmadığı için bu stüdyoların üreyebilmesi kolay değil. Bir de Türkiye’de bağımsız sinema diye adlandırabileceğimiz, bir prodüksiyon şirketine sırtını dayamadan film çekmeye çalışan insanlar var. Yani parası çok olanla, parayı az bulanın yaptığı filmlerin karşılaştırılması gibi bir şey olabilir.

# Meleğin Düşüşü ve Türev gibi bağımsız diyebileceğimiz filmler var. Fakat seyirci ilgisi açısından dramatik bir durum sergiliyorlar.

# Türkiye’deki sinema seyircisi henüz ‘Gidelim de, bir sinema filmi seyredelim’ diye gitmiyor. Eğlenmeye gidiyor. Kimler oynuyor, ne oynuyor diye gidiyor. Yani bir sinema kültürü gelişmediği için ‘Bu ödül almış, hadi gidelim’ demiyor. Sadece popüler şeylere gidiyorlar.

# Türk Sineması’nın iki darboğazı, 70’lerdeki seks furyası ve 80’lerdeki toplumsal içerikli filmler.

# Ona aslında toplumsal içerikli filmler demek çok doğru mu ondan da emin değilim. Millet Çiçek Bar’da birbirine film yaptı. Film çekemeyen yönetmenin bunalımını anlattı. Şimdi film çekemeyen yönetmenin bunalımını seyirci niye gidip seyretsin? Ve ne oldu sonuçta? Kendi içlerine çok kapandıkları için seyirciyi uzaklaştırdılar. Yani seyirciye dediler ki ‘Ben sana film yapmıyorum, kendime film yapıyorum.’ Seyirci de dedi ki ‘İyi git, kendi kendine evinde seyret o zaman. Bana ne.’

# Hala o Türk Sineması’yla Türk halkı arasındaki kopukluk devam ediyor olabilir mi?

# Ediyor tabii. Çok gişe yapan filmlerinden söz edelim. Bu aslında televizyonda da yapılabilecek ama 35 mm. çekilmiş filmler. Televizyon seyircisini sinemaya çekti Türk Sineması. Halk televizyondan tanıdığı insanları, ünlüleri sinemada görmek için gidiyor. Meşhurları seyretmeye gidiyor. O filmlerin birçoğu televizyonda olması gereken filmler. Bunlar benim filmlerimde de olabilir. Seyirci sinema filmi seyretmeye değil eğlenmeye, meşhur seyretmeye gidiyor.

# Türk Sineması’nda bir senaryo sıkıntısı olduğunu düşünüyorum. Buna katılıyor musunuz?

# Ne tutar acaba bu yıl, kimleri oynatsak tutar diye düşünüyorlar. Çıkış noktaları, hareket noktaları yanlış. Mesela çok yakın bir örnek vereyim. Ezel’in derdi neydi Karagöz ve Hacivat’la, bugünü anlatmak. Ağır bir taşlamaydı. Eğlenelim, şu iki ismi koyalım, falan dediğiniz zaman, o sinema olmuyor. O zaman senarist bir şeylere bağlı olarak istediğini yazamıyor. Zaten ne istediğini de bilmiyor. Halbuki ne istediğini bilse, ben şöyle bir şey yazmak istiyorum, benim bir meramım var der. Dert olmadan sanat olmaz. Sanatla eğlenceyi birbirinden ayırmak lazım. Yapılan şeylerin çoğu eğlenceyse o zaman biz neden sanatçı yetişmiyor diye yakınamayız. Ama sanat yapılmaya başlanırsa o zaman sanatçı üreyecektir.

# İzleyiciye bir mesajınız var mı?

# Kendinize bir iyilik yapmak istiyorsanız sanat olaylarını takip edin. Sinemayı, tiyatroyu, sergiyi, konseri... Çünkü sanat sizin için yapılıyor. Sizi değiştirip dönüştürmek, sizin kendinizi ve diğer insanları, hayatı daha iyi anlamanız için yapılıyor. Onun için size sunulmuş bir fırsattır, sanatın koluna girin, kol kola yürüyün.


HALUK BİLGİNER’İN HAKLI İSYANLARI


Karagöz ve Hacivat vizyona girdiğinden beri Haluk Bilginer ile röportaj yapmak istiyordum. Sonunda onun ve benim programım uydu ve bu röportajı yapabildik. Ününün doruklarındayken meşhur olmak ile sanatçı olmak arasındaki farkı kalın çizgilerle çizen bu isim bizi çok memnun etti. Haluk Bilginer’in sanatçı kişiliği kadar yurtdışında oynadığı birçok film ve üretim var. Bu yönüyle de Türk Sineması’nda ayrıcalıklı bir isim. İlk sorumuz da bu oldu ünlü sanatçıya. Öyle cevaplar verdi ki bazı konularda acaba biz fazla ön fikirli mi yaklaştık bu konuya diye düşündüm. Çünkü Bilginer dışında konuştuğum her sanatçı öncelikle müslüman olduğu için dışlandığından yakınmıştı. Halbuki Bilginer eğer yabancı dilin yeterliyse ve ne yapmak istediğinin bilincindeysen bir ayrımcılığa kurban olmazsın dedi. Bu röportajı Türk Sineması’yla ilgili herkesin ama genç oyuncuların biraz daha dikkatli okuması gerektiğini düşünüyorum. Birçok soruyu cevaplarken sanatçı olmanın ilk önce kendini tanımaktan geçtiğini vurguladı Haluk Bilginer. Özellikle önyargılarımızı bir daha değerlendirmemiz gerektiğini bana hatırlattı.

kaynak: http://www.stargazete.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder