12 Ağustos 2009 Çarşamba

Sertab Erener ile Röportaj




Kariyerinin 15'inci yılını Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda "Sertab Otobiyografi" adlı konserle kutlayacak olan Sertab Erener: "Hazırladığım türkü albümüyle Grammy alacağımı düşünüyorum. Eurovision'dan sonra beni F-16'lar karşılamıştı, Grammy'den sonra herhalde savaş gemileri karşılar".

Sertab Erener'le Les Ottomans Hotel'de buluştuğumuzda ilk dikkatimi çeken "çocuklar gibi şen" olmasıydı. Her yere gülücükler saçarken, bir yandan da karşımda makyajını yapıyordu. "Maşallah, ne kadar enerjik ve mutlusunuz" dedim. O da "Çok mutluyum, Bodrum'a taşındım, yeni albüm hazırlığındayım ve 15'inci yılımı kutluyorum" dedi.
O mutlu olamazsa, kim mutlu olur ki diye düşündüm sonra. Başarılarla dolu bir müzik kariyeri, 14 albüm, Eurovision birinciliği, Ricky Martin gibi dünyaca ünlü sanatçılarla düetler, büyük albüm satışları. Ve tabii ki Demir Demirkan'la 10 yıldır devam eden aşkı.
Neler konuşmadık ki? Grammy hayali, hayatına yön veren Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Levent Yüksel ve Nil Karaibrahimgil, Bodrum'daki yeni hayatı... Röportajı bir türlü bitirmek istemedik, ta ki arkamızda bekleyen üç gazete ve bir televizyon kanalından gelen arkadaşların homurtularını duyana kadar. Nice 15 senelere Sertab!

Profesyonel olarak sahneye ilk çıktığınız günü hatırlıyor musunuz?

Konservatuvarda caz grubumuz vardı. Ama ilk profesyonel sahne deneyimim 1989'da Klip adlı grubumuzla katıldığımız Eurovision'un Türkiye elemeleriydi. Selçuk Başar'ın "Hasret" ve "Sen Benimlesin" adlı iki şarkısını söyledik. Hatta "Sen Benimlesin"i Gür Akad'la söylemiştik. Rock'n roll havalı bir parçaydı. Ama sonuç başarısızlıktı.

Başarısız da olsanız nasıldı ilk deneyim, bacaklarınız titredi mi?

Çok heyecanlıydım ama öyle elim ayağım titremedi. Genelde heyecanlanan içki içer ama ben bir kadeh bile içmem. Teknik olarak yanlış zaten. Şimdi ise endişe duymadan, elimi kolumu sallayarak sahneye çıkıyorum.

İçki içmem dediniz. Peki sahneye çıkmadan mutlaka ne yaparsınız?

Bir kere sesimi açarım. Mutlaka yeşil çay içerim. Yoksa zor çıkarım sahneye. Öyle yabancı şarkıcıların istediği gibi tuhaf isteklerim olmaz. Yıllar önce tuvaletin bile olmadığı yerlerde konser verdim. Mesela Bodrum Kalesi gibi. İhtiyaç anında şişe arıyor ya da toprakta delik açıyorduk.

İlk çıktığınız günden bugüne müziğinizde ne gibi bir evrim oldu?

Hem geliştim hem de bir değişim var. İlk birkaç albümde tek derdim insanlara "Ben buradayım" demekti, "Ben iyi şarkıcıyım" değil. Basit ama etkileyici işlere odaklandım. Ama teknik ve deneyimim artınca iş başkalaştı. Şimdi işimde sadelik ön planda. Ses tekniğimi geliştiriyorum. Müzikal şarkıcılığını öğreniyorum. Poptan uzaklaşıp doğaçlamaya açık bir müziğe gidiyorum.

Sizi caz, pop ve son albümünüzde de elektronik müzik söylerken gördük. Sırada ne var? Rock mı?

Rock benim için Pink Floyd ve Alan Parsons Project'ten ibaretti. Demir'den sonra ise Dream Theater'dan Tool ve Marilyn Manson'a kadar büyüdü, o bana sevdirdi. Ama sadece dinleyiciyim.
Sırada türkü var ama caz yorumuyla. Afrikalılar, Hintliler, Araplar müziklerini nasıl markalaştırdıysa biz de Demir'le türkülerimizi öne çıkarmayı düşündük. Bir ay boyunca 1000'den fazla türkü dinledik. "Madımak", "Ha Bu Diyar", "Burası Muş'tur"a İngilizce söz yazdık. Melodileri yalınlaştırdık. Projenin adı "Painted On Water". Dünyanın üst düzey müzisyenleriyle bu albümü ABD'de kaydedeceğiz. Dünya lansmanını da 29 Ekim'de Brüksel'de yapacağız. Dünyaya hediyemiz olacak.

Bu albümün Eurovision'daki şarkınız gibi ses getireceğini düşünüyor musunuz?

Tabii ki. Ben bu albümle önümüzdeki yıl Grammy ödülü alacağımı düşünüyorum. Kafaya koydum, bunu da yapacağım. Eurovision'u kazandıktan sonra beni F-16'lar karşılamıştı, Grammy aldıktan sonra herhalde savaş gemisi karşılar.

Kariyerinizin 15'inci yılında kendinize bir hediye aldınız mı?

En büyük hediye İstanbul'dan kaçıp Bodrum'a taşınmaktı; doğayla baş başa olmak, kendimizle kalabilmek için. Ben her sabah yatak odamın penceresine gelen sincabı izliyorum. Seneye ufak bir teknemiz olacak. İlk önce Akdeniz'i sonra okyanusu geçmeyi planlıyoruz.

Sezen Aksu'yla nasıl tanıştınız? Ondan aldığınız en büyük ders neydi?

Bir restoranda sahneye çıkıyorduk. O gece Sezen Aksu ve Onno Tunç da oradaydı. Bir ara yanıma geldi ve "Olağanüstü söylüyorsun ama Allah aşkına şu sahneye bir ışık koydur" dedi. Sonra beni albümünün vokal kayıtlarına çağırdı.
Ondan profesyonelliği öğrendim. Sahnede duruşu, insanları etkilemeyi... Starlaşmasının en büyük nedeni bu. Mesela ben sahnede soğuktum. Son zamanlarda değiştim, hikaye anlatmaya, espri yapmaya başladım.

Peki Ajda Pekkan? İnternette "Hayatımı Ajda değiştirdi" dediğiniz yazıyor...

Konservatuvardayken bana Ajda'ya vokal yapma teklifi edildi. Ben de provalara gittim. O dönemde Ajda sürekli ameliyat yaptırmak istiyordu. Bana da "Sertab bak senin de burnunda kemik var, göğsün şöyle" diye söylüyordu. Elinden pudrası bir saniye düşmezdi. Bir gün provada Garo Mafyan'a "Bu parça çok tiz, gözaltlarım kırışıyor. Tonu biraz değiştirelim mi Garocuğum?" dedi. Görselliğin önemini ondan öğrendim.

Kariyerinize yön veren sanatçı arkadaşlarınızı konserinize davet etmişsiniz...

Onlarsız olmaz. Fahir Atakoğlu'yla konservatuvardan arkadaştık. Ondan seyircisiz, adrenalinsiz stüdyoda şarkı söylemeyi öğrendim. Levent Yüksel aynı yastığa baş koyduğum eşimdi. Bana "Levent diye çok yetenekli bir basçı var. Şimdi askerde ama dönünce onu mutlaka gruba alalım" dediler. Gelince de kanka olduk. Ben ona kocamı, o bana sevgilisini anlatır, ağlaşırdık. Sonra da evlendik. Beni enstrümanla o tanıştırdı.
Nil Karaibrahimgil'in söz dünyası beni çok etkiliyor. Onunla "Yeni" adlı şarkımı yazdık. Müthiş bir enerjisi var. Özge Fışkın uzun yıllar vokalistimdi. Onda çok emeğim var. O yüzden çağırdım.
Demir'den çok besleniyor ve öğreniyorum. Beste yapabilme gücümü ondan alıyorum. O benim en büyük eleştirmenim. Ondan gelen bir yorum, yolumu değiştirmeme yetiyor.

http://www.milliyet.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder