RAHMİ KOÇ’UN DÜNYA SEYYAHATİ YAKINDA BAŞLIYOR Deniz benim her şeyim! Rahmi M. Koç ile Nazenin IV’le katıldığı Setur Ege Yat Rallisi’nin son durağı Kos’ta röportaj yapma fırsatı bulduk. Her ne kadar Türkiye’nin en önemli iş adamlarından biri olarak bilinip tanınsa da, aslında onun en büyük özelliği bir “deniz tutkunu” olması. Selcen TANINMIŞ 15 Temmuz 2003. Ege Yat Rallisi’nin artık son druğında, Kos’tayız. İki gün sonra Kuşadası’na doğru yola çıkacağız. Rahmi Koç, NazeninIV’le rallide. Röportaj yapmaktan pek hoşlanmasa da konu deniz olunca hayır demiyor. Ancak Kos’ta buluşabiliyoruz. Nazenin IV’ün o muhteşem güvertesinde. Çocukluğundan beri denizin hayatında ayrı bir yeri olan Rahmi Koç bugün 73 yaşında. Yaklaşık 20 yıldır hayalini kurduğu dünya seyahatini ise bir yıl sonra gerçekleştirmek için hazırlıklara başladığını anlatıyor sohbetimiz sırasında. Denizden bahsederken, gözlerinin mavisi başka parlıyor. İnsanın damarlarına bir defa deniz suyu girdi mi kolay kolay çıkmaz derler… İşte O bunun en iyi orneği. Haftasonu: Denizi çok sevdiğinizi artık herkes biliyor. Peki bu tutkunuz nereden geliyor, ne kadar eskiye dayanıyor? Rahmi Koç: Biz Ankara ailesiyiz. Orada deniz falan yok biliyorsunuz. Ankara’nın yegane denizi Çubuk Barajı’ydı. Oraya da sadece piknik için gidilirdi. Biz doğmadan evvel de anamız-babamız her sene İstanbul’a gelir, Boğaz’da iki ay otururlarmış. Gözümüzü Boğaz’da açtık. Ben ailenin tek erkek evladı olduğum için, annem “oğluma bir şey olur” diye bizi neredeyse denize sokmazdı. Üzerimize çok titredi. Zannediyorum benim merakım bundan geliyor. Oğlumuz boğulacak diye sandal alıınmadı, motor alınmadı. Annem Kapalıçarşı’ya giderken, ne olur ne olmaz diye beni de yanında sürüklerdi, antika merakım da oradan geldi. Tuvalete girerdim, “oğlum nerede?” diye beni arardı. Küçükken muhakkak o yıkardı beni, kimseye bırakmazdı. Arada da dayak yerdim, sabunluyken elinden kaçtığım için. Deniz merakım böyle başladı işte. Bizim yanımızda Sabih Bey otururdu, dalyan kayıkları vardı, ziftli büyük 12 metrelik kayıklar. Onların içine biner, balık tutardık. Haftasonu:Annenizin bu korkusu size de geçebilir ve denizden soğuyabilirdiniz ama neyse ki ters etki yapmış… R.K: Evet öyle de olabilirdi ama bu kadar engellenince insan üstüne gidiyor bu işin. Haftasonu: Peki ilk teknenizi ne zaman aldınız? R.K: İlk olarak küçük ahşap bir tekne yaptırdım. Ve 50 beygirlik dıştan takma motor aldım. Bir Rum usta vardı, Telemak Usta, dıştan takmaları o yapardı. Neredeyse teknenin maliyetine eşit bir parayı motoru taktırmaya ödemiştim. O zaman bile, kocaman adam olmuştum, 18 yaşındaydım ama annem yine de merak ediyordu. Ondan sonra tekneleri yavaş yavaş büyüttük, bu hale geldik. Haftasonu: İlk motor aldınız ama sizin için yelkenli teknenin yeri başka… R.K: Benim için yelkenli önemli, onu da şöyle izah edeyim size. Büyükdere’de öğleden sonraları tatlı bir meltem gibi, hafif poyraz bir rüzgar çıkardı. Birkaç ev ötede Geseryanlar otururdu. Onların Sergio ve Rene diye iki oğulları vardı, müthiş denizcilerdi . Bir dingileri vardı. Beni de o dingiye alırlar beraber yelken yapardık. Bir de şarpi grubu vardı, onlarla da gezerdik. Oradaki en büyük marifet de karaya en yakın gelip, tramola atıp dönmekti. Bir gün o kadar yakın geldik ki salma karaya saplandı. Salmayı çekince de hepimiz denize döküldük. Haftasonu: Yelken yaparken ne hissediyorsunuz? O anki duygularınızı merak ediyorum. R.K: Tabiatla, akıntıyla mücadele ediyorsunuz. Boğaz ya o tarafa, ya bu tarafa akar. Bazen akıntı o kadar kuvvetli olur ki rüzgarın gücü tekneyi yukarı doğru tırmandıramaz, hep aynı yerde kalırsınız. Büyük gemiler Boğaz’dan daha sık geçmeye başlayınca yelken yapkmak tehlikeli bir hal aldı. Başka yerlere gitmek gerekti. Haftasonu: Yelken yarışlarına da katıldığınızı duymuştum. Hala fırsat bulunca katılıyor musunuz? R.K: Hayatımda yarışa bir iki defa, başkasının teknesiyle katıldım. Çünkü yarışta lüzümsuz yere stres geliyor. Ayrıca tekne de hırpalanıyor. O yüzden ben cruise’lara katılıyorum ama yarışlara katılmıyorum. Birkaç defa Necati Akçağlar’ın teknesiyle İstanbul-Kuşadası yarışına katıldık, hakikaten tekne hırpalanıyor. Haftasonu: Sevmiyor musunuz rekabete girmeyi? R.K: Ben mesela golf oynarken de müsabakaya girmem çünkü lüzümsuz yere stres oluyor insan. Kolestrolüm olduğu için de stresten uzak duruyorum. Lüzümsuz yere ne diye strese girelim, keyif almak varken. Haftasonu: Peki deniz sizin için bir hobi mi yoksa yaşam biçimi mi? R.K: Deniz benim her şeyim. İnsanın damarlarına bir defa deniz suyu girdi mi bir daha kolay kolay çıkmaz derler ya, gerçekten öyle. Ben denizde dinlendiğim kadar hiçbir yerde dinlenmiyorum. Bakın şu bir haftadır fevkalade iyi dinlendim. Bu arada bir gün İstanbul’a gitmem gerekti, çok strese girdik. Haftasonu: Ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz denize? R.K: Maalesef şimdiye kadar çok vakit ayıramadım. Senede dört ya da beş hafta denize çıkabiliyorduk. Eskiden Nazenin I İstanbul’dayken her cuma akşamı çıkp, pazar akşamı dönerdik. Adalara, Tuzla’ya giderdik, dalardık. İstanbul’da denize girme faktörü kalkınca tekneler güneye hicret ettiler ve İstanbul’da denizcilik olarak fazla bir şey kalmadı. Fakat şimdi İstanbul’da da deniz yavaş yavaş temizleniyor, benim küçük bir teknem daha var, onunla çıkmayı planlıyorum. Haftasonu: O da yelkenli mi? R.K: O da yelkenli. 1925 yapımı bir William 5. Bu tekne sayılıdır. Bir Fransız’dan aldık, restore ettik. Müzenin malı, Kalamış’ta duruyor. Hafta sonları onunla çıkacağım inşallah. Haftasonu: Siz dalışla da ilgileniyor muydunuz? R.K: Eskiden dalardık, zıpkınla balık avlardık. Şimdi dalmıyorum, by-pass geçirdim, doktorlar dikkatli olmamı söylüyor. Zaten balık da kalmadı, ben azami 20 metreye dalıyorum ki, 20 metre kendi nefesinizle çıkabileceğiniz son noktadır. Ama 20 metrede İstanbul’un civarında balık yok artık. Haftasonu: Peki dünya seyahati projeniz ne durumda? R.K: Bu proje neredeyse 20 senedir kafamızda var. 65 yaşındayken, sekiz sene evvel yapacaktık ama bu senelere kaldı. İnşallah gelecek sene Nazenin IV ‘le çıkıyoruz. Artık iki, üç yıl buralarda olmayacağız. Bir çok yeri yelkenle gideceğimiz için acele etmeye ve strese gerek yok. Denizde zaman belli olmaz. Rahat rahat, beğendiğimiz yerlerde istediğimiz kadar kalmak istiyoruz. Haftasonu: Sürekli teknede olacaksınız değil mi? Yani arada bir İstanbul’a gelmek yok… R.K: Bunda limanlara tekneyi gönderip de oraya uçakla gideyim yok. Ben Türkiye’ye geldiğim zaman (gelmem gerektiğinde) tekne o limanda bir iki gün bekleyecek, ben geldikten sonra hareket edecek. Haftasonu: Rotayı belirlediniz mi? R.K: Daima batıya doğru gideceğiz. Haftasonu: Bugüne kadar sahip olduğunuz tekneler arasında hangisini daha çok seviyorsunuz? R.K: Nazenin I… Hala duruyor zaten ve küçük oğlum Ali kullanıyor. Ömer’in pek ilgisi yok, o başkalarının teknesine, daha rahat teknelere biner, indiği zaman da işi biter. Mustafa’nın da kendi teknesi var. Nazenin I, ilk göz ağrımız, hakiki denizci tekne o. Gözümüzü onda açtık., 19 77’de indirmiştik denize. Nazenin II’yi 1986’da aldık. Nazenin III’ü 1995 yılında yaptırdık. NazeninIV’ü de 1998 yılında aldık. Haftasonu: Peki TURMEPA ile hedeflediğiniz noktaya gelebildiniz mi? R.K: Hedeflediğimiz noktanın çok gerisindeyiz henüz. Turmepa denizi kirletmemenin uyanıklığına, hassasiyetine miletin uyanmasını, eğitilmesini hedefliyor. Bu zaman alacak bir şey. Gelecek sene onuncu yılı olacak. Ben 35 senelik bir hedef koydum. İlk okul öğretmenlerini eğittik önce. Onların vasıtasıyla da deniz kenarındaki ilk okul öğrencileri eğitiliyor, kitaplar bastırdık. Haftasonu: Onuncu yıl için özel bir proje var mı? R.K: Büyük bir balomuz olacak. Daha üzerinde çalışılıyor. Haftasonu: Marina sektörüne girmenizde, sizin deniz tutkunuzun payı var değil mi? R.K: Tabii ki! Benim zorumla girdiler bu sektöre. Şimdi anladılar ki, bu iyi bir iş çünkü herkes kendi yatağını kendi getiriyor. Siz otel yapmak mecburiyetinde değilsiniz. Ayrıca marinacılıkta kar marjları bugün otelcilikte olandan daha fazla ve daha medeni. Umumiyetle ecnebilerle temas ediyorsunuz, onlara servis veriyorsunuz, güzel yatları görüyorsunuz. Marinacılık Türkiye’nin çok geri kaldığı bir sektördür. Ben onu ilerletmek istiyorum. Biz bu sektöre girdikten sonra, diğer büyük kuruluşların da Doğuş, Kamhi ve Narin gibi, ilgisi bu sektöre kaydı. Büyük grupların bu sektöre girmesini istiyorum. Haftasonu: Ama Türkiye’deki yat kapasitesi de çok az. R.K: Türkiye’de küçük gemi ve yatçılık sektörü de ilerliyor. Önceki hükümetin aldığı kararlar caydırıcı nitelikteydi. İthal edeceğiniz malzemenin gümrüklenmesi, memlekete girerken uygulanan formaliteler gibi. Bunlar yatçılığı büyük ölçüde etkiledi. Bir de geçmiş bir tarihte, bütün spor federasyon temsilcileri Ankara’ya çağrıldı. Ama bizim yelken federasyonunu temsil eden arkadaş uyuya kalıp uçağı kaçırdığı için toplantıya giremedi. Onun için de, seneler senesi yelkencilik ithal ettiği malzeme için gümrük ödedi, diğer spor branşları ödemezken. Bunun düzeltilmesi on senede oldu ancak. Haftasonu: Siz yelkencilik adına bir şey yapmayı planlıyor musunuz? Mesela sporcu yetiştirmek ister misiniz? R.K: Sporcudan ziyade yat kaptanlığı ve yat mürettabatının yetiştirilmesi lazım Türkiye’de. Maalesef o bizde yok. Sigara içerler, tıraş olmazlar, müziği yüksek çalarlar, yandaki teknedeki kadına bakarlar, teknelerin çoğu marinada uzun süre kaldığı için tembelliğe alışırlar, çalışalım dediğin zaman yük gelir. Mesela yelken açalım dediğin zaman dünyanın sonu gelmiş gibi bakarlar size. Servis yapanlar servis yapmayı bilmezler. Daha bu sektörde 40 tekne ekmek yememiz gerek! |
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder